Sabah erken saatleri Üsküdar'da kuzguncuk tarafları Boğaziçi köprüsü ayaklarına yakın bir yerdeyim. Mkinam elimdeyken gözüme sabah erken denize olta sallamış bir adam, ynına yanasmadan fotoğrafını çekiyorum. Kısa bir süre izliyorum kendisini. Daha sonra yaklaşıyorum ve selamlaşıyorum. Çok sıcak ve ne zaketli karşılıyor. Rast gele diyorum. Sabah erkenden neden diyorum ? Bana : Bu saat bile geç aslına bakaran ama iyor ne yapalım. Evde sıkılıyorum bu bana inanılmaz kyf ve mutluluk veriyor diyor.
Sonra muhabbetimiz uzamaya başlıyor. Öğreniyorum ki Teoman'ın amcası. ( Sanatçı Teoman). Spor dan konu açılıyor. Rıdvan dilmenden bahsediyor. Kendisi de bir gazeteci haberci. Emekli olmuş çok sıkılmış. Medya dünyasının çok yorucu çalışma alnlarının çok sıkıcı ve riyakar olduğunu söylüyor. Belli ki çok çekmiş. Bu yüzden emekli oldum rahatça başımı dinliyorum beni mulu eden bir balık tutma keyfim var diyor. Boğazın eşsiz güzelliği de cabası.....
Foto ve Haber
Gündem olayları ve Fotoğrafları
26 Mayıs 2011 Perşembe
Ev Yemeği gibisi yok...
Köfte üzerine kaşar bulunan ana yemeklerden bir çeşit. İçeriğinde az sarımsaklı ezilmiş patlıcan, baharat çeşitleri bulunmakta. Daha önce yenilmeyen bir yemek. İlk defa düşünce olarak yapılan bişey. Fakat çok lezzetli olan ve sevilen bir ana yemek olarak görüldü. Yemei yapan ve mekan sahibi Ablam bu arada. Ablam ev yemekleri ve yeni tarifler yarat bir kişidir.
13 Ocak 2011 Perşembe
VİETNAM'A TEK YÖN BİLET : CATHERINE LEROY
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6ULovVhtVuUcGfm0L-5_my8gdygFenzXtO-NPVSG7XlAE58yPWW02m0t4RaebXdSFB0OfVySt77z0ZZi4j4GVektIgk46R6dQ_iTlIyEPScyGLyZcFaYaT3M2jf7ra_yiE02cq7rvz5w/s400/leroy.jpg)
Fotojurnalizm her şeyden önce çağa, çağın olaylarına, insanlarına eğilmek, onları ışık aracılığıyla sonsuza dek kaydederek bir tür tanıklık yapmaktır. 1955 yılında Magnum fotoğrafçısı Inge Bondi ile yapılan bir radyo söyleşisinde kendisine “Foto muhabiri nedir?” diye sorulduğunda şu yanıtı vermişti: “Foto muhabiri, bir muhabir, bir yorumcu ve bazen bir şairin birleşimidir; bir yer veya olayın ruhunu ve atmosferini kaydetmek için fotoğraf makinesiyle çalışandır.”
Robert Capa “eğer fotoğraflarınız yeterince iyi değilse, konularınıza yeterince yakın değilsiniz” diyordu. Ancak “Vurularak düşen asker” fotoğrafıyla ölümsüzleşen, İspanyol İç Savaşı'ndan başlayarak, Çin'deki Japon istilasını, İkinci Dünya Savaşı’nı, Normandiya Çıkartması’nı ve son olarak Vietnam'ı fotoğraflayan Capa, konularına yeterince yakın olmanın bedelini bir mayına basarak ödeyecekti. Capa'nın bu tanınmış ifadesi aslında sadece fizik yakınlığı değil, aynı zamanda konularıyla bütünleşmesi, kimi zaman da onlarla aynı görüş ve duyguları paylaşması anlamında algılanmalıdır
Catherine Leroy'un, Time ve Life dergilerine kapak olan fotoğraflarından birkaçı. |
Catherine Leroy, uzun yıllar Life, Gamma ve Sipa fotoğraf ajansları için çalışmış, fotoğrafları Associated Press (AP) ve United Press International (UPI) tarafından satın alınmış nadir kadın savaş fotoğrafçılarından biridir. Adlarını Vietnam’a yazdıran David Burnett, Don McCullin, Gilles Caron, Larry Burrows, Tim Page ve Dirck Halstead gibi foto muhabirleriyle aynı döneme aitti. Savaş fotoğrafçılığının yanı sıra 1989 yılında çekilen “Born on the 4th of July” (Doğum Günü 4 Temmuz) filmine konu olan Ron Kovic ve Vietnam savaşı karşıtı gaziler hakkında 1972’de “Operation Last Patrol” (Kayıp Müfreze Operasyonu) adlı bir film çekti. Basın dünyasında önemli sayılan birçok ödül aldı. Bunlar arasında “Yurtdışı Girişim ve İstisnai Cesaret Gerektiren En İyi Haber” (Best Reporting Requiring Exceptional Courage and Enterprise Abroad) vesilesiyle George Polk ödülü ve 1976 yılında Lübnan iç savaşını görüntülediği karelerle Robert Capa Ödülü’nü kazanan ilk kadın fotoğrafçı olması önemli bir yer tutar.
Leroy, 1960’ların başında manastırda dini eğitim veren bir okula giderken bulunduğu ortamdan kaçmak, uzaklara gitmek istiyordu. Bu amaçla ilk “kaçış”ını Paris’in havasız ve dumanaltı klüplerine yapmıştı. Ama aslında gerçekte nereye gitmek istediğini de biliyordu: “Savaşa gitmek!...” Çok geçmeden de bu arzusunu gerçekleştirdi. 1966 yılında henüz 21 yaşındayken, devam etmekte olan Vietnam Savaşı’na gitmeye karar verdi. Laos’a tek yön gidiş bileti aldı. Yanında sadece Leica’sı, biriktirdiği biraz parası ve çekeceği görüntüler üzerine anlatacağı hikayeleri vardı. Leroy için foto muhabirleri birer kahramandı. Çeşitli cephelerden savaş görüntüleri geçen foto muhabirleri gibi olmayı arzuluyordu. Vietnam’a giden uçakta şans eseri “benim kahramanlarım” dediği Life dergisinin fotoğrafçısı Charles Bonnay’in bir arkadaşıyla tanıştı. Charles Bonnay o sıralarda Life dergisi için Vietnam’da savaşı filme çekiyordu. Uçakta tanıştığı bu kişi Leroy’u, Bonnay ile tanıştırdı. Kısa süre sonra da basın akreditasyonu olan “güven belgesi”ni aldı ve cephedeki insan hikayelerini, cephelerin sıcaklığını ve ateşini aramak için yola koyuldu. Başka bir deyişle Vietnam’da tam da istediği, aradığı ateşi buldu !
Catherine Leroy, 2 yıl süreyle Vietnam’ın en kanlı cephelerinde bulundu. Savaşın en hareketli fakat derin üzüntü veren görüntülerini çekti. Düzenli anlatımları ve sadelikle oluşturulmuş fotoğraflarında, siyah beyaz ve ekspresyonistik renk anlatımlarında Leroy, bütün büyük savaş fotoğrafçılarının yapmak zorunda olduğu paradoksal bir üstün başarı sağladı. “Kritik an” fotoğrafları için konuya yeterince yakınlaştı, mücadele, cesaret ve yokolma öykülerinin kendi kendisini anlatmasını sağladı.
Catherine Leroy'un Vietnam'da çektiği "Acı içindeki asker" serisinden bir fotoğraf... |
Leroy, 1967 yılında ünlü fotoğrafı “Acı İçindeki Asker”i çekti. Bu fotoğraf, Khe Shan yakınlarındaki bir tepede yaralı düşmüş bir askerle ilgilenen denizci bir askerin fotoğrafıdır. “Acı İçindeki Asker”; savaşın dumanları arkalarından havaya yükselirken, arkadaşının ölü bedeni üzerine eğilmiş, yüzü acı içinde asılmış genç bir denizciyi” göstermektedir. Fotoğraf üç kareden oluşmaktadır. Zemin seviyesinden çektiği bu fotoğrafların birinci karesinde denizci asker, ölmüş arkadaşının yarasına odaklanmış, bakmaktadır. İkinci karede denizci, başını diğer askerin göğsüne koymuş, kalp atışlarını kontrol etmektedir. Üçüncüsünde ise, asker eliyle diğer askerin göğsündeki işe yaramaz bandaja basarken gözünü uzaklara dikmiş, umutsuzca bakmaktadır. Aslında Leroy, motorlu olmayan Leica makinesiyle, elindeki tüfeğiyle delirmiş gibi ateş eden denizcinin görüntüsü olan dördüncü kareyi de çekmiştir. Çok hızlı bir şekilde hiçbir kadraj hatası yapmadan, “olayın meydana geldiği an” duygusunu veren, savaş dramının bir parçasını yakalayarak bu görüntülerini kaydetmiştir. “Bu fotoğrafları çektiğimde öğleden sonra saat 4:30 sıralarıydı. 3 m. kadar uzaktaydım. Mümkün olduğunca yere yakındım. Ses, bir savaş fotoğrafçısının öğrenmesi ve anlaması gereken ilk şeydir. Bu nedenle gelen ve giden ateş (mermi) arasındaki farkı bilmek çok önemlidir. Bir silah ateşlendiğinde mermisinin size doğru gelip gelmediğini bilmeniz gereklidir.” diyerek o anı böyle tanımlamıştı.
Catherine Leroy'un Vietnam'da çektiği "Acı içindeki asker" serisinden diğer bir fotoğraf... |
Bir diğer fotoğrafında, yaralı bir denizci yumuşak yaprak yığınları içinde, çenesi sanki acıyla açık kalmış bir şekilde yatmaktadır (yanda). Fotoğrafa baktığımızda, askerin çığlıkları, boynundaki ve kulağındaki yaprakların hışırtısı, mermi ve topların vızıldayarak gelip geçişini ve patlamalarını hayal edebiliriz.
Catherine Leroy, 1968 yılında Tet Taarruzu sırasında Kuzey Vietnam ordusu tarafından tutuklanmış ve kısa süre esir olarak tutulmuştur. Bu sırada yapılan bir saldırıda da 40 şarapnel parçasıyla yaralanmıştı. Bu saldırıda şarapnel parçası isabet eden makinesi parçalanmış ve makinesinin hayatını kurtardığını belirtmiş ve serbest kaldıktan sonra Paris’e dönmüştü. Leroy’un iyileşmesi yaklaşık iki yıl sürmüştü. Birçok savaş fotoğrafçısı gibi o da cephede olmak istiyordu. Bu nedenle Saigon’un düşüşünde soluğu tekrar Vietnam’da aldı. Daha sonra savaş bölgeleri Somali, Kuzey İrlanda, Lübnan, Afganistan, Libya, İran ve Irak’a gitti. “Elbette oralarda olmak istiyorum.”diyordu. “Savaşın Hollywood’un gösterdiği gibi bir şey olmadığını ve fotoğraf çekmek için kötü bir yer” olduğunu söylüyordu. “Işık genellikle yanlıştır. Ya gecedir ya yağmur yağıyordur ya da fotoğraf çekecek uygun konumda değilsinizdir.” “Merhamet” diyordu. “Bana görünen kelime buydu. Sanırım biz, savaşın insanlara yaptığı şeyi göstermenin peşindeydik. Evet biz çok özneldik. Böyle bir durumda öznel olmaktan başka bir şey olamazdık.”
Savaştan 30 yıl sonra bile Vietnam, halen Amerikan politikasının bir girdabı olarak durmaktadır. Birçok kişi gibi Leroy için de Vietnam özel bir vakaydı. Tıpkı işinde, yansıttığı kültürü değiştirdiği gibi, bu onu sonsuza kadar değiştiren kişisel ve profesyonel dönüm noktasıydı. Yıllar sonra çok özel izinlerle Washington’daki Vietnam Anıtı yakınında “Savaşa Tanık : Vietnam 1954 – 1975” adlı 75 fotoğraftan oluşan bir sergi açtı. Fotoğraf sergisi büyük ilgi gördü. Bir Amerikan askeri her ikisi de yarılarına kadar suyun içindeyken yakaladığı bir Viet-Kong’lunun yüzüne yumruğu indirdiği fotoğraf, gözleri bağlı bir Viet-Kong’lu mahkumun üst dudağındaki ince kıllar diken diken olduğu fotoğraf... Bu fotoğraflar, vicdan azabıyla çekilmiş savaşın bir çok imajı gibi durmaktadır. Leroy’un bu fotoğrafları duygusal, anlamı belirsiz ve kararsızdır. Bu fotoğraflar bize, çıkışı olmayan tehlikeli bir ormana doğru yalpalayarak giden ve geri dönmesi artık mümkün olmayan askerleri anlatır.
Catherine Leroy, savaş fotoğraflarından seçmelerinden derlediği ve aralarında Larry Burrows, Don Mc Cullin, Gilles Carron ve David Burnet’in de bulunduğu “Under Fire : Vietnam ve Iraq” (Ateş Altında : Vietnam ve Irak) adlı bir albümü yayına hazırlamıştır. Leroy’un ölümünden sonra UC Berkeley Gazetecilik Okulu dekanı Orwille Schell ve ünlü fotoğrafçı Prof. Ken Light tarafından bir panel düzenlenmiştir. Panelde halkın zihninde biriken Irak Savaşı’nın karmaşık imajlarıyla birlikte “Under Fire” kitabındaki Vietnam anıları ve fotoğrafları tekrar gündeme getirilmiştir.
John Berger, savaş fotoğrafçılığını “izleyicinin kendi kişisel ahlaki yetersizliğinin bir farkına varış olduğunu” söyler. “Bir savaş fotoğrafı insanın bir tür kendi kendini müzakere nesnesi ve genel insani durumunun kanıtıdır.” der. Bu görüş, hem hiç kimseyi suçlamaz hem de herkesi suçlar! Tarihteki savaşlar içinde açık bir şekilde görülen, fotoğraflanan ve filme alınan Vietnam, “kollektif bir retinal yanma” oluşturmuştur. Önceden görülmemiş bir giriş, evrimsel bir fotoğraf teknolojisi ve bu savaşın ahlaki iklimine vurgu ile fotoğrafçılar, bütün korkunçluğuyla bu savaşın özelliklerini insanlara aktardılar. Bu fotoğraflar Life ve Look gibi dergilerde, gazetelerde ve periyodik yayınların yanı sıra bir çok dergide yayınlandı. O dönemdeki iletişim kanalları sanki Vietnam Savaşı’nın tiyatro sahneleri gibi oldu.
1991 yılında yapılan 1.Körfez Savaşı ve 2003’te başlayan Irak Savaşı’nda ise tek yanlı, önceden o cephelere ve sadece belirlenen yerlere girmelerine izin verilen “yerleştirilmiş foto muhabirleri” (embedded jurnalists) askerlerin kontrolü altında çalışmaktadırlar. İletişim teknolojilerinin, uyduların, internet ve kablo tv’lerin bu kadar gelişmiş olduğu günümüzde ise Irak ve diğer cephelerden elde edilen görüntülerde ne yazık ki Catherine Leroy ve Life gibi dergilerin ünlü savaş fotoğrafçılarının insani duyarlılıklarını görmek oldukça zordur. “Under Fire” kitabında yazar Fred Ritchin bu konuda şöyle demektedir. “Bu yeni medya ortamında bir foto muhabiri bırakın orijinal olmasını, derinlemesine fotoğrafları nasıl yaratır?” demektedir. Leroy ise, “Biz askeri uçaklara bindik, operasyonlarda helikopter saldırıları yaptık, her zaman her yere birliklerle beraber yürüdük. Sansüre uğramadık. Bu daha önce hiç görülmemişti ve asla bir daha da olmayacaktır. Vietnam’daki foto muhabirliği bir deneydi ve bunun bugün tekrar edilebileceğini hiç sanmam” diyerek Vietnam Savaşı’nın kendisi için önemini ve orada bulunan fotoğrafçıların çalışma özgürlüğüne vurgu yapmıştır.
HAYAT, FOTOĞRAFLARDAKİ KADAR SIRADIŞI MI?
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7cIGG1jPPywu1-DNgv4F7TEhOQ2iTCFhBvRBBMeAJGrqt8o87ESgwDnfJuJh-oJzPFV4hgfmXPTLMgvfE3xYTX0FQfGfDV6XFv_CUxwKi6zeR2W6jsra8R9pnuY4TwNEB3r2L1-QxFN0/s400/apo.jpg)
Hayat, gazetelerde gördüğümüz fotoğraflardaki kadar sıradışı mı?
Adam gözünden süt fışkırtmasa ama adam gibi adam olsa, yaşlı kadın tertemiz bir evde otist oğluna gözü gibi baksa, dana taksiye binmese de ışıkların oynaştığı yeşil çayırlarda çiçeklerin içinde yayılsa, çocuk burnu ile çaldığı kötü melodilerin kat kat iyisini ağzı ile çalsa gazeteye kücücük de olsa neden fotoğrafları girmez? Çok iyi flüt çaldığı ama haber değeri olmayan o küçücük ağzı ile bir kuş tutsa ortalık deklanşör sesine boğulmaz mı?
“İyi” fotoğraflar sıradışı içeriğe sahip olanlar mıdır sadece? Kaçımız gazetelerimizde çokça gördüğümüz ve Andy Warhol’un “herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak” tanımlamasını doğrulayan bu tuhaf “şöhretlerle” empati kurabiliyoruz ki?
Bu tarz fotoğraflarda fotoğrafın konusu mu, yoksa fotoğrafçının yeteneği midir ön plana çıkan?
Hayat, gazete fotoğraflarında sıkça gördüğümüz gibi abuk sabukluklarla mı dolu? Her tarafından bir hilkat garibesi mi sarkıyor? Her yerinden bir ucube mi başını çıkarıp objektiflere bakıyor?
Bu soruların cevapları evet ise nerede bu hayat? Çıplak gözle değil de fotoğraf makinaları ile mi görülüyor sadece? Kaç doğru soru sorarsak içine girmemize izin verecek, huzuruna kabul edecek bizi?
"Sıradışılık" ana besin kaynağı olmuş ne yazık ki gazete fotoğrafçılığımızın. Ana ve ucuz besin kaynağı... Ancak vitamini ne kabuğunda ne de meyvesinde olan , değeri sıfır bir besin. Raşitik fotoğraflar kaplamış gazeteleri, göbekleri kocaman bacakları incecik... Böylesine dengesiz konulardan dengeli bir beslenme beklenebilir mi zaten...
Hayatın fotoğraflanabilmesi için sıradışı hale getirilmeye çalışılmasına ne demeli?
Padişah kostümü giydirilmiş teknik direktör, yeniçeri kostümlü futbol takımı, eline kemençe tutuşturulmuş başbakan, Aşçı külahı giydirilen cumhurbaşkanı...
Fotoğraflanabilmek için sıradışı görüntülerle hayatlarını gösterenleri de unutmayalım:
Basın açıklamaları sırasında huni takan memurlar, Hopdediks pijamalı Bergama Köylüsü, boynuna davul asan siyasetçi, otomobil fuarındaki arabanın üzerine donu görünecek şekilde yarı çıplak uzanan manken kız...
Hepsi “görüntü sirki”nin birer parçası gibi değil mi? Tek amaçları, okuru eğlendirmek. Bu satırları yazanın da zaman zaman içine düştüğü müthiş bir “okur” pardon “bakar” popülizmi... Ya o fotoğrafları görmezler ve gazetelerimizi satın almazlarsa? Ya yeteneklerimizden kuşkuya düşerseler? Ya “okurun umurunda değil bu abukluklar” diyenler haksızsa? Ya diğer gazetedeki fotoğraflar bugün bizimkinden daha abuk sabuk konulu fotoğraflarla doluysa?
Okuru, medyamızın diğer foto muhabirleri ve fotoğraf seçicilerini bilmem ama ben bu işten çok sıkıldım artık. “Gerçek yaşamın gerçek kahramanlarının” yani “sıradan” diye buruşturup atılan yaşamların fotoğraflarını çekmek, çekilen fotoğraflara bakmak, kısacası “normalleşmek” istiyorum.
Çünkü, “hayatın gazetelerde gördüğümüz fotoğraflardaki gibi sıradışı olmadığı” sırrının yükünü artık taşımak istemiyorum. Yani, “ Midas’ın kulakları eşek kulakları!”
Oh be, rahatladım!
12 Ocak 2011 Çarşamba
FOTO MUHABİRİNİN İŞİ "HIRSIZLIK"!
“Haber fotoğrafçısı görüntü hırsızı olmalı. Olağanın içinde olağanı reddederek anı yakalama adına doğru yerde doğru anda deklanşöre basmayı bilmeli.” Bu sözler foto muhabiri Erhan Sevenler’e ait.
Erhan Sevenler, birçok foto muhabirinin yakından tanıdığı; biraz hiperaktif, enerjik biraz hayat dolu ama her şeyden önce işini en iyi şekilde yapmaya çalışanlardan biri. Son dönemde “tarihe not düşer” nitelikteki birçok fotoğrafın sahibi olan Erhan Sevenler, 2004 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac himayesinde gerçekleştirilen ve ödülleri Roma’da verilen George Bendrihem Fotoğraf Yarışması’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın attan düştüğü anı görüntüleyen fotoğrafıyla üçüncü oldu.
Erhan Sevenler’in daha önce çektiği bir çok fotoğraf da tarihe düşülen notlar türündendi. 17 Ağustos depreminde çocuklarının üzerine kapanmış üzerine düşen beton bloğu kaldırmaya çalışan kadın fotoğrafı hala hafızalardaki yerini koruyor. Deniz Baykal’ın bir çocuğun kulağını ısırdığı an, Florya’da petrol atıkları arasında çırpınan karabatak, Irak Süleymaniye’de Türk askerlerinin fotoğrafları bunlardan sadece bir kaçı.
Zaman Gazetesi'nden Kürşad Bayhan Endonezya'nın başkenti Jakarta'da çektiği bu fotoğrafla ilgili şu bilgiyi veriyor: ''Suharto'nun devlet başkanlığını yaptığı dönemde hızlı ve vahşi kapitalizm nedeniyle, köyden kente göçle birlikte gecekondulaşma da kendini gösterdi. Jakarta'da köprü altları, boş araziler, gökdelen yanları derken, sıra tren raylarının yanına kadar geldi. Big Mango tren yolu hattında yüzlerce aile bir odalı evlerinde yaşam mücadelesi veriyor. Bu ailelerin tek geçim kaynağı kağıt toplayıcılığı. Çocukların ne gidecek okulları ne de eğitim alabilecekleri düzgün bir ortamları var. Jakarta'da bir yanda hızlı endüstrileşme ucuz insan gücü gibi imkanlarla gelişmeye çalışılırken diğer yanda gökdelenlerin yanı başında bir tren yolunda bir odalı teneke evlerinde yüzlerce aile yaşam mücadelesi veriyor.'' Bilgi bu... Fotoğrafsa uzun süre bakıldığında gözlerden kaçacak olanı aktarıyor. Kürşad Bayhan kamerasındaki örtücünün açıklığını ve açık kalış süresini öyle bir ayarlamış ki, ışığın utancından oradan uzaklaştığı 'o' an ortaya çıkmış. 'O' an, foto-muhabire bir de armağan sunmuş. Tüten insanlığı görüntülemesine de yardımcı olmuş
ALI AGAOGLU ELEKTRIKLI SPOR OTOMOBILINI TANITTI
![]() |
ALI AGAOGLU ELEKTRIKLI SPOR OTOMOBILINI TANITTI |
ISTANBUL'DA YAGMUR
![]() |
ISTANBUL'DA YAGMUR |
DISK GENEL BASKANI SULEYMAN CELEBI
![]() |
DISK GENEL BASKANI SULEYMAN CELEBI |
FILISTINLI SERAJ BEBEK TABURCU EDILD
15/07/2010 GÜNÜ DOGUMSAL KALP RAHATSIZLIGI NEDENIYLE 'MAVI BEBEK SENDROMU' HASTASI OLAN FILISTINLI SERAJ ALA'A ABUJAARAD, DURUMUNUN IYIYE GITMESI UZERINE TEDAVI GORDUGU HASTANEDEN TABURCU EDILDI. SERAJ BEBEK, ANNE FATMA ILE BABA ALA ABUJAARAD'A TESLIM EDILDI. (ANADOLU AJANSI - ILYAS DIKICI)
'HUSEYIN CAGLAYAN: 1994-2010' SERGISI YARIN ACILACAK
14/07/2010 GÜNÜ ISTANBUL HAZIR GIYIM VE KONFEKSIYON IHRACATCILARI BIRLIGI'NIN (IHKIB) ORGANIZASYONU VE ISTANBUL 2010 AVRUPA KULTUR BASKENTI AJANSI'NIN KATKILARIYLA ISTANBUL MODA HAFTASI 2010, ISTANBUL MODA AKADEMISI (IMA) VE DESIGN MUSEUM ISBIRLIGIYLE GERCEKLESEN 'HUSEYIN CAGLAYAN: 1994-2010' BASLIKLI SERGI BASINA TANITILDI. TOPLANTIYA ISTANBUL MODERN MUZESININ YONETIM KURULU BASKANI OYA ECZACIBASI, IHKIB YONETIM KURULU BASKANI HIKMET TANRIVERDI, ISTANBUL 2010 AVRUPA KULTUR BASKENTI AJANSI GENEL SEKRETERI YILMAZ KURT ILE HUSEYIN CAGLAYAN KATILDI. (ANADOLU AJANSI - ILYAS DIKICI)
OSMAN SELAHADDIN OSMANOGLU 'AB-I HAYAT' SERGISINI GEZDI
![]() |
Resim yazısı ekle |
![]() |
7. ACIK HAVA SANAT MERKEZI ACILDI
![]() |
7. ACIK HAVA SANAT MERKEZI ACILDI |
ISTANBUL'DA TOPAC SENLIGI
![]() |
ISTANBUL'DA TOPAC SENLIGI |
ISTANBUL'DA SICAK HAVA
![]() |
ISTANBUL'DA SICAK HAVA |
TOYOTO CEO'SU ALI HAYDAR BOZKURT
![]() |
TOYOTO CEO'SU ALI HAYDAR BOZKURT |
CHP ISTANBUL IL YONETIMI GOREVE BASLADI
![]() | |
CHP ISTANBUL IL YONETIMI GOREVE BASLADI |
KEMAL TURKLER'IN OLDURULMESI DAVASI
![]() | |||||
KEMAL TURKLER'IN OLDURULMESI DAVASI |
ILHAN SELCUK'UN CENAZE TORENI
![]() |
ILHAN SELCUK'UN CENAZE TORENI |
10 Ocak 2011 Pazartesi
Bombalı Eylem.
![]() |
ASTSUBAY DURAN BAYRAM'IN BABASI |
Bombalı Eylem
![]() |
GENELKURMAY BASKANI ORGENERAL BASBUG |
Bombalı Eylem.
![]() |
GENELKURMAY BASKANI ORGENERAL BASBUG |
Bombalı Eylem.
22.06.2010 ISTANBUL'UN HALKALI SEMTINDE ASKERI PERSONEL TASIYAN OTOBUSUN YAKININDA MEYDANA GELEN PATLAMA SONRASI GÜVENLİK GÜÇLERİNİN İNCELEMESİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)