13 Ocak 2011 Perşembe

HAYAT, FOTOĞRAFLARDAKİ KADAR SIRADIŞI MI?

Gözünden süt fışkırtan adam, çöp evde yaşayan yaşlı kadın ile 40 yaşlarındaki otist oğlu, Çankaya Köşkü önünde soyunan kadın, intihar tehdidi ile çatıya çıkan tinerci, taksideki dana, parktaki havuzda yüzen deli, cam bardağı yiyen adam, burnu ile flüt çalan çocuk, bir hafta boyunca havuzun dibinde yaşama rekoru kırmaya çalışan eski komando, çift başlı buzağı doğuran inek, köpek yavrularını emziren kedi, bir gözü mavi diğer gözü ela dede, iki ayrı kan merkezinden aynı kişiye verilen iki değişik kan grubu kartı, yanlışlıkla askere çağrılan genç kızın celp pusulası...
Hayat, gazetelerde gördüğümüz fotoğraflardaki kadar sıradışı mı?
Adam gözünden süt fışkırtmasa ama adam gibi adam olsa, yaşlı kadın tertemiz bir evde otist oğluna gözü gibi baksa, dana taksiye binmese de ışıkların oynaştığı yeşil çayırlarda çiçeklerin içinde yayılsa, çocuk burnu ile çaldığı kötü melodilerin kat kat iyisini ağzı ile çalsa gazeteye kücücük de olsa neden fotoğrafları girmez? Çok iyi flüt çaldığı ama haber değeri olmayan o küçücük ağzı ile bir kuş tutsa ortalık deklanşör sesine boğulmaz mı?
“İyi” fotoğraflar sıradışı içeriğe sahip olanlar mıdır sadece? Kaçımız gazetelerimizde çokça gördüğümüz ve Andy Warhol’un “herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak” tanımlamasını doğrulayan bu tuhaf “şöhretlerle” empati kurabiliyoruz ki?
Bu tarz fotoğraflarda fotoğrafın konusu mu, yoksa fotoğrafçının yeteneği midir ön plana çıkan?
Hayat, gazete fotoğraflarında sıkça gördüğümüz gibi abuk sabukluklarla mı dolu? Her tarafından bir hilkat garibesi mi sarkıyor? Her yerinden bir ucube mi başını çıkarıp objektiflere bakıyor?
Bu soruların cevapları evet ise nerede bu hayat? Çıplak gözle değil de fotoğraf makinaları ile mi görülüyor sadece? Kaç doğru soru sorarsak içine girmemize izin verecek, huzuruna kabul edecek bizi?
"Sıradışılık" ana besin kaynağı olmuş ne yazık ki gazete fotoğrafçılığımızın. Ana ve ucuz besin kaynağı... Ancak vitamini ne kabuğunda ne de meyvesinde olan , değeri sıfır bir besin. Raşitik fotoğraflar kaplamış gazeteleri, göbekleri kocaman bacakları incecik... Böylesine dengesiz konulardan dengeli bir beslenme beklenebilir mi zaten...
Hayatın fotoğraflanabilmesi için sıradışı hale getirilmeye çalışılmasına ne demeli?
Padişah kostümü giydirilmiş teknik direktör, yeniçeri kostümlü futbol takımı, eline kemençe tutuşturulmuş başbakan, Aşçı külahı giydirilen cumhurbaşkanı...
Fotoğraflanabilmek için sıradışı görüntülerle hayatlarını gösterenleri de unutmayalım:
Basın açıklamaları sırasında huni takan memurlar, Hopdediks pijamalı Bergama Köylüsü, boynuna davul asan siyasetçi, otomobil fuarındaki arabanın üzerine donu görünecek şekilde yarı çıplak uzanan manken kız...
Hepsi “görüntü sirki”nin birer parçası gibi değil mi? Tek amaçları, okuru eğlendirmek. Bu satırları yazanın da zaman zaman içine düştüğü müthiş bir “okur” pardon “bakar” popülizmi... Ya o fotoğrafları görmezler ve gazetelerimizi satın almazlarsa? Ya yeteneklerimizden kuşkuya düşerseler? Ya “okurun umurunda değil bu abukluklar” diyenler haksızsa? Ya diğer gazetedeki fotoğraflar bugün bizimkinden daha abuk sabuk konulu fotoğraflarla doluysa?
Okuru, medyamızın diğer foto muhabirleri ve fotoğraf seçicilerini bilmem ama ben bu işten çok sıkıldım artık. “Gerçek yaşamın gerçek kahramanlarının” yani “sıradan” diye buruşturup atılan yaşamların fotoğraflarını çekmek, çekilen fotoğraflara bakmak, kısacası “normalleşmek” istiyorum.
Çünkü, “hayatın gazetelerde gördüğümüz fotoğraflardaki gibi sıradışı olmadığı” sırrının yükünü artık taşımak istemiyorum. Yani, “ Midas’ın kulakları eşek kulakları!”
Oh be, rahatladım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder